nane şekeri ve deniz feneri


Küçük şeylerin altında ezildiğim yakışıksız bir hayatı yaşıyorum. Bana göre önemsiz, ona göre önemli, sizi belki ilgilendirmez bile. Kendimi mutlu saydığım tek yer gece uykuya dalmadan önce yatağımda geçirdiğim 10, en fazla 15 dakika. Özel uyuma pozisyonum bile var: Kafam sol tarafa yaslanmış, sol kolum yastığın üstünde, sağ kolum yorganın içinde. Tırnakların içinde kalan ve kürdanla çıkarılan küçük pislikler gibi hayatın içinden küçük mutluluklar sökmeye çalışıyorum. Benim hayatım böyle mi olacaktı? Bunu ben mi seçtim, nerede hata yaptım, nerede yapmadım; yalnızca olması gereken mi oldu? Bilemediğim sorular. Aslında bildiğim ama cevaplarından korktuğum sorular. Hayır, aslında bilmediğim, bildiğimi sandığım, dünyanın umrunda olmayan ve dünyanın umurunda olmamasının umurunda olmadığı sorular.

Dün sabah aynaya baktığımda gözümün hemen yanında ufak bir çizgi gördüm. Güldüğüm zaman uzayan bir çizgi... Canımı sıktı, sıkmaya da devam ediyor. En büyük sorunum bu değil, biliyorum. Bu aslında beni mutlu mu etmeli yoksa mutsuz mu? Bilmiyorum. Bu ülkede yaşarken ve ister istemez büyürken, masumiyetini bir yerde kaybediyorsun. Hayatta dönülen pek çok mühim yol ayrımı gibi ne tarafa döndüğünü de direksyonu oraya çevirdikten çok sonra anlıyorsun. Masumiyetimizi kaybetmeye başladığımızda çoğu zaman kendimize karşı bile savunma durumuna geçiyoruz. Halbuki böyle olmasına gerek yoktu. Aptalca riskler almalıydık, salakça hatalar yapmalı ve bir şekilde yırtmalıydık bu hatalardan. Sonra, bu hatalar zamanın sonsuzluğunda çöle düşen uçakların metal aksamlarının, kum fırtınalarıyla azar azar aşınarak yok olması gibi yok olmalı; portakal kokulu bahçelerde sevdiklerimize anlatacağımız muzır öykülere dönüşmeliydi. Büyük aşklar yaşamalıydık; sabaha kadar uyutmayacağını sandığımız ama mutluluğun aslında en iyi uyku ilacı olduğunu anladığımız, çok güzel kalktığımız sabahları yaşamalıydık. Öyle dürüst olmalıydık ki önce kendimize, sonra karşımızdakine ve en sonunda dünyaya, elimizde acımasızlığın kancası, kalbimizin en derinliklerine kadar indiğimiz zamanlarda bile kararmamış bulmalıydık orayı.

Nereden geldiğini bilmediğim ama orada, içimde durduğunu; onunla büyüdüğümü, bazen aştığımı sandığımı o utanma duygusu yüzünden herkes uyuduktan sonra, kimseyi uyandırmamak için kısık sesle dinlendiğim bir şarkı var. Çok sevdiğim bu şarkıda 16 yaşındayken dinlediğin tüm güzel şarkıları unutacaksın diyor.

Paralel evrenlerin varlığından hoşlanmıyorum. Korkuyorum. Bir gün o evrenlerden birinde uyanırım ve bugüne kadar hangi hayatları yaşama imkanım varken yaşayamadığımı ve başka hayatlarda neler kaçırdığımı görürüm diye ödüm kopuyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gidenlerin ve dönenlerin yolda karşılaştığı o kavşak

insanın en iyi arkadaşı kendisidir.