hadi her şeyi kırmızıya boyayalım

 

Sanırım hepimiz hayatı belirli soruların etrafında ve o soruların cevaplarını arayarak yaşıyoruz. Mesela benimki hep şu oldu: ben acaba başkasının mı hayatını yaşıyorum? Tabii ki sağanak yağmurun yağdığı kasvetli bir gecede, kötü emellere sahip hemşirenin pusetleri değiştirmesinden ve tam o anda şimşek çakmasının ışığında hain yüzünün parıldamasından bahsetmiyorum. Yani en azından öyle umuyorum. Bahsettiğim bilim kurguya biraz daha yakın bir şekilde bilincimin hiç tanımadığım bir bedene nakledilmesi; hafızamın silinerek bilmediğim bir gaye için, benimle bağlantıya geçilecek güne kadar bu salak bedende yaşamaya koşullandırmam gibi bir şey de değil. Yani, bunu da umuyorum diyelim. Bahsettiğimin bana özgü bir şey olmadığının da farkındayım. Hepimiz, kimbilir hangi duygusal anlarda uzaklara, genellikle yıldızlara ya da huşulu bir manzaraya bakarken "ben aslında başka bir hayat yaşamalıydım" diye düşündük. Benim farkındalık mekanım ise odam. Odamda perderleri tam kapatmadığım bir pencere var. Ne zaman varoluş sancılarına girsem, ışıkları kapatıyorum, o boşluktan bakıyorum ve en büyük dileğim bir uçağın atom bombasını ya da füzeyi basması oluyor. Böyle füzenin acayip bir hızla ilerleyişini, arkasında bıraktığı ışığı görmeyi ve ardından RNA'larıma kadar ayrışarak yok olmayı diliyorum. 

Böyle şeyleri söyleyecek kimsem olmadı ama olsaydı şey demesini isterdim, "gerçekten ama gerçekten bir şeyler hissetmeyi öğrendiğinde, şarkıları dinlemeyi değil anlamayı öğreneceksin." Ben de ona anlamsızca bakardım ve "Öyle diyorsan öyledir" derdim. Hafif müstezhi.


 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gidenlerin ve dönenlerin yolda karşılaştığı o kavşak

nane şekeri ve deniz feneri

insanın en iyi arkadaşı kendisidir.