pardon, kulis nerede?



Bazen bilinçaltı denilen nanenin hayatlarımızın genelinde ne kadar etkiye sahip olduğunu merak ediyorum. Hatırladığımız (kalanını unuttuğumuz) tekil cümleler, 2-3 kareden oluşan anlar, bazen sadece tanıdık bir koku veya bir şarkının küçük bir kısmı... Bütün bunların tamamının bilinçaltı denilen şeyin içinde depolandığını ve tıpkı agresif bir alt kat komşusu gibi zıvanadan çıkınca süpürge sapı ile yukarıya "sessizlik!" vuruşu yaptığını bilmek beni üzüyor.

"Sessizlik!" vuruşu çok ani anlarda, değişik şart ve koşullarda ortaya çıkabiliyor. Bu vuruşla ben de yakın zamanda karşı karşıya kaldım. Üstelik bir kız yüzünden. Sevgilim ya da hoşlandığım bir kız değildi. Hatta soyadını bile güçlükle hatırladım. Sosyal medyaya atılmış yeni bir fotoğraf, beni geçmişteki hayaletlerin yanına götürdü. Hatırladım, o zamanki beni, o zamanki onu, o zamanki cümleyi ve bu zamanki kendimi ve bu zamanki onu hatırladım.

Ve çok kötü oldum.

Cümle şuydu: "Pardon, kulis nerede?"

Ortaokuldaydım.

Kanka olduğum arkadaşlarımla dünyanın en iğrenç tiyatro oyununu izlemeye gelmiştik. Sanırım bedava bilet bulmuştuk oyuna. Ya da zorla götürülmüştük, bu bile mümkün olabilirdi. Gram hatırlamıyorum. Bu kızla da aynı sınıftaydık ama fazla konuşmazdık. Başka bir yakın arkadaşı vardı, onunla takılır, kendi halinde gezer dururdu. Saçlarını Sezen Aksu'nun Gülümse albümündeki hali gibi kestirirdi. O da oyunu izlemeye gelmişti ki galiba GERÇEKTEN ilgileniyordu böyle şeylerle.

Oyunu seyrettik, amatörün amatörüydü. Oyun bittikten sonra herkes ayaklandı, biz de en öndeki köşede oturduğumuz için sahneye çok yakındık. Bu kız etrafa bakınarak geziyordu, kolunda örgü kumaştan bir çanta, saçlar yine Sezen Aksu... Bizi görünce yanımıza geldi. Ne diyeceğini kendisi de tam bilemiyordu. Öyle dan diye konuya girdi.

"Pardon, kulis nerede?"


Gülümse Albüm Kapağı

Sorunun anidenliği, sorarkenki yabancılığı ve kelimelerin artistliği bizi öyle ters yakaladı ki gülmemize engel olamadık. Dünyanın en kötü tiyatrosunda oynanan bir çocuk oyunuydu. Plastik sandalye üzerinde izlemiştik oyunu. Burnu ve kıçı ponponlu ayı kostümü giymiş bir adam ses sisteminden müziği açamadığı için oyun 15 dakika geç başlamıştı. Burada neyin kulisi olurdu?

Bozulmuş şekilde basıp gitti. Biz de iğrenç ortaokul çocukları olarak "pardon, kulis nerede?" sorusunu dilimize doladık ve aylarca dalgamızı geçtik. Sonra da yollarımız ayrıldı.

Yıllar sonra Facebook'ta birbirimizi ekledik. Belli ki eski küskünlükler kalmamıştı. "Ya bu kız napıyor, bakayım kulisini bulabilmiş mi?" diyerek müstehzi bir tavırla fotoğraf galerisini açtım. Fotoğraflarına göz gezdirdikçe de ezildikçe ezildim. Norveç'te yaşıyordu ve galerideki son fotoğrafında Las Vegas'taydı. Saçının bir kısmını mora boyatmıştı. İskandinav tanrısı tipli insanlarla arkadaşlık yapıyordu. Anlamadığım avangartlıktaki şeyleri paylaşıyordu. IBM'in data analizcisi gibi bir şey olmuştu. Dünyayı turlamıştı. Acayip yerlerde konferanslar veriyordu. Ayrıca bir rock müziği grubunda gitar çalıyordu. Konserler vermişti. Saçları artık daha uzundu...

Arkama yaslandım ve etrafıma baktım. Odama akvaryum alabilmek için annemden izin istediğim ve hayatımdaki en eğlenceli aktivitenin yandaki kuruyemişçiden bira ve kaju aldıktan sonra youtube'dan klip izlemek olduğu gerçeği ile yüzleştim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gidenlerin ve dönenlerin yolda karşılaştığı o kavşak

nane şekeri ve deniz feneri

insanın en iyi arkadaşı kendisidir.