sağ dizden gelen menüsküs tıkırtıları





Biraz parke sebepli ayak üşümesi biraz da başını öne eğdiğinde ağrıyan boynu... Böyleydi hayatı, hastalık hastası değildi ama neresi hakkında 1 dakikadan fazla düşünse orası hastalanıyordu. Bunu kimseye henüz kanıtlayamamıştı yani sonuçta "abi ben rasputin gibi bir şey oldum. çok düşününce beyin gücüyle hastalık yaratıyorum" diyemezdi değil mi?

Prosedürlerin ve rutinlerin insanıydı. Düzenli değildi, kendi düzeni vardı. Temiz değildi ama pis kokmaktan nefret ederdi. Kahvaltısı sabit olmalıydı: 2 yumurta ve kızarmış ekmek. Yanında çayının dem ve su oranı ebediyen %30'a %70 eşitlenmeliydi. Giyeceklerini önceden hazırlamak zorundaydı. Yaz kış atlet giyiyordu çünkü hayattaki en büyük korkularından bir tanesi belinden soğuk yemekti. Midesi hassastı.

Eline bir silah geçirmek isterdi ama geçirirse kimi vuracağını bilemezdi. Kendisini vuramazdı çünkü ıskalamaktan korkardı, yaşama değer verdiği yoktu, ölümü ise sevdiği söylenemezdi. Ona lazım olan sonsuz bir yaşam değildi sadece zaman hızlandırıcıydı. Eğer şanslıysa, güzel anlar için bir de zaman yavaşlatıcı.

Kendi kendine konuşma alışkanlığı edinmişti son bir iki senedir. Sevmezdi küfür etmeyi, hem de hiç sevmezdi, nefret bile ettiğini söyleyebilirdi ama yalnızken ve yalnızlığa en ihtiyaç duyduğu yerlerde ki misal tuvalette, en asabi küfürlerini ederdi. Nedeni mi? Nedeni yoktu. Kim bilir nereden bulaşmış bir alışkanlıktı diğer ithal alışkanlıkları gibi.

Sonra nedendir bilmez başkalarının mutluluklarının onu üzdüğünü fark etti ve buna çok üzüldü. "Neden böyle oluyor ki? Böyle olmaması lazım" diye düşündü kendi kendine. Bu kıskançlık mıydı pek sanmıyordu. Düşmanlık da değildi, kötülük de değildi. Ben acaba kötü ruhlu bir insan mıyım diye düşünüyordu. Hani olur ya diyordu filmlerde insan ruhunun içinde yıllarca saklı hücre modunda takılan bir şeytan vardır ve ortaya çıkması için ufak bir itiş gerekiyordur.

Karanlıktan korkmuyordu aksine seviyordu. İçinde çok zaman geçirmemişti ama yabancısı da sayılmazdı. Sevdiği karanlığın bile aslında kapkaranlık olmadığının da farkındaydı. Kendisini göremeyecek kadar az ışık seviyordu, her şeyi örtecek kadarına cesareti yoktu. Çünkü bildiği şeyler arasında sadece saf bir karanlığın içinde yaşamaya alışmış duyguların ve dürtülerin mevcudiyeti de vardı.

Çok hayalperestti ve çok umutsuzdu. Pozitifi ve negatifi aynı anda basardı aklı. Kendi kendine konuşup dururdu. Hayali senaryoların içinde, asla yüzleşemeyeceği kişilere neler söyleyeceğini kendince oynar dururdu.

Hayatına yeni şeyler de katmıştı. Artık sakıncalı sitelere bakarken odaya birisi girdiğinde çok daha hızlı simge durumuna küçültüyordu ekranı. Hepsi buydu. Bilgi dağarcığı da gelişmişti, konserlerde şarkının yarısını seyirciye söyletmenin aslında zayıflamış vokal için bir kamuflaj metodu olduğunu öğrenmişti.

Küçük küçük adımlar atıyordu hayata dair. Umumi tuvalete girmeden önce tuvalet kağıdı olup olmadığını kontrol ediyordu mesela. Sadece o da değil, alaturka tuvalete girecekse telefonunu ve cüzdanını deliğe düşmesin diye güvenli bir yere koyuyordu. Yapacaklarını not almaya çalışıyordu. Bir şey söylemeden önce karşındakini nasıl etkiler diye düşünmeyi unutmamaya çalışıyordu. Vazgeçmeyi hiç öğrenememişti, ama biraz görmezden gelmeyi başarıyordu başarısız flört denemelerini. Mesaj silme özelliği var olsun.

Sorununu uzun süre araştırdıktan sonra bulmuştu. Pusulası yoktu içinde. Her insanda var mıydı bilmiyordu ama çoğunda olduğunu düşünüyordu o pusulanın. O öyle bir pusulaydı ki yaptığı her şeyde bir şekilde yapılan şeyin doğru veya yanlış ilerlediğini açıklayan o gaip sesti onda eksik olan. Yapıyordu bir şeyler, konuşuyordu bazılarıyla ve hatta hoşlanıyordu da kimilerinden. Sadece körlemesine; varsa hisleriyle yapıyordu, içinde bir pusula yoktu. Olsa belki her şey farklı olurdu diye düşünürdü. İçten içe de umut ediyordu, belki paralel bir evrende kendisinin daha dirayetli bir versiyonu, doğru anda doğru şeyleri söylemiş ve yapmıştır da onun hayatı daha eğlenceli hale gelmiştir.

Bazen doğru anın geldiği oluyordu, biliyordu arada sırada kendisinin de başına geliyordu böyle mucizeler. Belki saatler, belki de günler öncesinden oluşan kusursuz bir fırtınaydı bu "doğru anların" oluşması... Kim bilir nelerin fark etmeden yapılmasıyla ya da yapılmamasıyla oluşuyordu bu anlar, doğru bir mod, doğru bir kelime, doğru bir nefes alma, doğru bir hayal, doğru bir umut, doğru bir pişmanlık, hırs, hareket ya da empati.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gidenlerin ve dönenlerin yolda karşılaştığı o kavşak

nane şekeri ve deniz feneri

insanın en iyi arkadaşı kendisidir.