bu sancak devrilmez, salıncak koptu



korkuyorum sanırım. bilmiyorum. çok küçük şeylerden ve onların birleşimin oluşturduğu büyük şeylerden korkuyorum. boynumun ağrımasından ve düzleşmesinden korkuyorum mesela. küçük. günde 18 saat bilgisayara baktığım için boynumun bu hale geldiğinin farkındayım ve bunun aslında yapayalnız bir hayatın göstergesi olduğunu biliyorum. üzerine de bundan korkuyorum.

bu büyük.

başka şeylerden de korkuyorum. küçük şeylerin beni mutlu etmesinden mesela. çünkü küçük mutluluklar birleştiğinde kocaman sevinçler getirmiyor. kendimi alıştırdığım, belki bir mutluluk asalağı gibi minik şeylerde mutluluğu aramanın korkunçluğunu getiriyor. telefonun hafızasının dolması mesela. küçük. içindeki yüzlerce fotoğrafa bakıyorum ve sosyal bir insan olduğuma dair bir yanılgıya giriyorum. sonra galerinin içine giriyorum, bakıyorum ki fotoğrafların çoğu eski, çoğu bana ait, çoğu karikatür, çoğu tekil ve şanslıysam 2-3 akrabamla birlikte... eğlenceli bir hayatla doldurmamışım telefonun hafızasını.

işte bu büyük.

küçük endişelerim var hayata dair. küçük şeylere tutunuyorum. 15 dakika daha uyumak beni mutlu ediyor. küçük. hiç uykusuz kalmamakla övünüyorum. neymiş, "abi ben günde 8 saat uyumazsam sabah kalkamıyorum ya" bu bir mutluluk. küçük olandan. bu aynı zamanda yıllardır kimseyle sabaha kadar konuşup uykusuz kalmadığımı gösteriyor. gözlerim kimse için kanlanmamış. kimse için yataktan sürünerek kalkmamışım. kimse için koltukta, ya da bir sandalyenin tepesinde ya da orada burada uyuyakalmamışım. küçük bir mutluluk, büyük bir mutsuzluğun sayesinde oluşuyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gidenlerin ve dönenlerin yolda karşılaştığı o kavşak

nane şekeri ve deniz feneri

insanın en iyi arkadaşı kendisidir.